Son gelişmelerden herkes payına düşen dersi çıkarmalı
Son günlerde yaşanan gelişmeler, yapılan açıklamalar, yayınlar, söylemler, paylaşımlar ve daha birçok hususu yakından takip ediyoruz. Doğrusunu isterseniz işin neresinden tutsak, nasıl yapsak, ne etsek de milletimiz bunlardan zarar görmesin diye elimizden geleni kendi usulümüzce yapmaya gayret ettik ve ediyoruz.
Her şeyden önce şunu peşinen belirtmekte fayda görüyorum. Bu yazıyı ne birinin avukatlığını yapmak, ne birinin tarafında olmak, ne de bir başkasını zor duruma düşürmek için yazıyorum. Amacım, olaylara ve gelişmelere biraz daha geniş bir pencereden bakarak, tek sevdamız olan Batı Trakya Türk Toplumunun hak, hukuk ve menfaatini gözeten bir yaklaşım içerisinde olmaktır.
Elbette ki bazen bu tür hadiseler olayların içinde yer alanlara zarar verebilir. Bazen de olayların içinde yer almasanız dahi, öyle veya böyle kullanılan bazı ifadelerden siz de nasibinizi alabilirsiniz. Batı Trakya Türk Azınlık basınının bir parçası olarak bizler de birçok kez farklı çevrelerin hakaretlerine, hayali iddia ve ithamlarına maruz kaldık. Fakat bunlarla hiçbir zaman uğraşmadık, bundan sonra da uğraşmaya niyetimiz yok. Çünkü bizim işimiz bu değil. Bu tür kimseler zaten kendi yalanlarında boğulmaya mahkûmdurlar. Bu yüzden onlarla uğraşma ihtiyacı hissetmiyoruz.
Böyle bir giriş yaptıktan sonra, gelelim bu yazıyı yazmamıza neden olan olaylara ve yaşananlara…
Bilindiği üzere, DEB Partisi’nin Yassıköy Belediyesinden 30. yıl dolayısıyla düzenlenecek Edip Akbayram konseri için Yassıköy stadını talep etmesiyle başlayan bir süreç söz konusu. Devamında bu talebe cevap verilmemesi, ardından DEB Partisi konserinin Sirkeli stadında düzenlenmesi, bir hafta sonra da Yassıköy stadında Yassıköy Belediyesi tarafından düzenlenen Barış Festivali ile devam eden süreç yaşandı.
Şimdi diyeceksiniz ki, iki tane konser oldu da bunun kime ne zararı oldu. Tabi ki konserlerin kimseye zararı olmadı, ama bu konserlere kim katıldı, kim katılmadı, neden katıldı, neden katılmadı şeklinde başlayan söylemler silsilesi Batı Trakya Türk Azınlığı’na zarar verecek noktaya ulaştı.
Daha şeffaf ifade etmek gerekirse, DEB partisi konserine Batı Trakya Türk Azınlık mensubu milletvekillerinin katılmaması ve devamında iki milletvekilinin Yassıköy Belediyesinin Barış Festivaline katılımları dolayısıyla kendilerine yönelik yapılan sert-yumuşak, ilkeli-ilkesiz her türlü eleştiriye milletvekilleri aynı uslûp ile karşılık verdiler. Sert yapılan eleştirilere cevap veren milletvekillerimiz daha yumuşak ve kibar yapılan eleştirilere cevap verirken (kurunun yanında yaş da yanar misali) bazen de tüm azınlık basınını aynı çuvalın içine sokan ifadeler kullanmak durumunda kaldılar. Tabi bunları yine azınlık basını aracılığıyla yaptılar.
Demem o ki, pireye kızıp yorgan yakma misali, anlaşılan o ki kendilerini çok kızdıran eleştirinin ötesine geçilerek, başka kurum ve kişileri itham altında bırakacak bir görüntü ortaya çıktı. Ancak bu durum maalesef herkese zarar verecek, özellikle de Batı Trakya Türk Azınlığının mücadelesine fayda sağlamayacak bir durumdur. Bizler yine de yanlış anlaşılmalara müsait bazı söylemlerin bir anlık kızgınlıkla söylenmiş ifadeler olduğunu düşünüyoruz. Zira kendilerinin de ifade ettiği gibi, zaman zaman Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliklerden dolayı dengeli bir siyaset izlemek zorunda kalan milletvekillerimizin, yine “kendini bilmez” olarak tarif ettikleri birinin yazdıklarıyla meselenin kendilerine karşı yapılmış organize bir saldırı olduğu algısına kapılarak, bundan sonra “dengeler bozuldu” şeklinde algılanabilecek mesajlar vermeleri, en başta kendi tecrübeleri ve dengeleri ile bağdaşmayan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Meselenin ayrıntıları kanaatimizce çok mühim değildir. DEB partisinin kendilerini davet etmemesi de eleştirilebilir, ancak gitmek isteyen yine de gider. Gitmeyen de artısını eksisini kendisi hesap eder. Ancak gelinen noktada şöyle bir durum ortaya çıktı. Bir etkinliğe katılan bir grup Batı Trakya Türk Azınlık mensubu bir başka etkinliğe katılan Batı Trakya Türküne, sen niye buna katılmadın da ona katıldın, diğerleri de sen de buna niye katılmadın şeklinde kısır bir döngü içerisine girdi. Geldiğimiz nokta değdi değmedi muhabbeti, başka bir şey değil. Karşıdan kıs kıs gülenler de cabası.
Çok fazla teferruatlara inmenin lüzumu yok. Herkes çaktığı kıvılcımı bir söndürsün bakalım. Zira etraf yanmaya başlayınca maalesef hep beraber yanacağız. Yanan ateş ne gazeteci bakar, ne vekil bakar, ne belediye başkanı, ne hacı ne hoca, ne sağcı ne solcu, ne amir ne memur, ateş bunları bilmez, hepsini kül eder.
Batı Trakya Türklerine hizmet eden ve bu gayret içinde olan her kim olursa olsun zaman zaman zor durumlarla karşı karşıya kalabiliyor. Bunu hepimiz zaman içinde yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Paçalar ıslanmadan balık tutulmuyor maalesef.
Ancak bu mücadelede hepimizin bildiği bir şey var. Batı Trakya Türk Azınlığı, hakları uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmış ve Lozan Anlaşmasıyla Yunanistan’a bırakılmış bir azınlıktır. Türkiye Cumhuriyeti devleti de bu hakların garantörüdür. Batı Trakya Türk Azınlığı bu hak mücadelesini yıllardır sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir. Bu mücadelenin yıllar içinde oluşturduğu ve günümüze uzanan bazı kurumları mevcuttur. Batı Trakya Türklerinin temel kurumları olan ve azınlık mücadelesinin her zaman öncülüğünü yapan bu kurumlarımızı hepimiz biliyoruz. Yine hepimiz biliyoruz ki, bu kurumlarımız zaman zaman bu mücadelede bedeller ödemişler ve ödemeye de devam etmektedirler. Seçilmiş müftülüklerimizden tutun da, azınlık sivil toplum kuruluşları, basını, siyasetçisi, öğrencisi, çiftçisi ve toplumun birçok kesimi bu mücadele içerisinde çok zorluklar çekmiş ve halen azınlık olmanın bedelini birçok noktada hep birlikte ödemeye devam ediyoruz.
Hal böyle iken, hepimizin üzerine büyük vazifeler düşüyor. Haklı ve haksız, son günlerde yaşanan gelişmelerden herkes payına düşen dersi çıkarmalı, üzerine düşen olgunluğu göstermeli ve bundan sonraki adımlarını ona göre atmalıdır. Bu çerçevede zaman zaman eleştirilere de maruz kalan Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kuruluna da büyük vazifeler düştüğü kanaatindeyim.
Bu dünya fani olduğu gibi, bu dünyada bulunduğumuz mevkiler de gelip geçicidir. Bugün biri seçilir yarın bir başkası, biri gider bir başkası gelir. Sorumluluk sahibi kimseler ise gelecek nesillere daha güzel yarınlar bırakmak için var gücüyle mücadele edenlerdir. Gerisi laf-ı güzaf.