Batı Trakya’da ve Türkiye’de Türklük, Pomaklık ve Müslümanlık
Batı Trakya’da milli dava yolunda önde yürüyen, bilimsel çalışmalar yürüten önemli isimlerin çoğu Pomak’tır, yani lafı uzatmadan söylemek gerekirse Türk’tür.

Batı Trakya Türkleri hem coğrafya hem de kültür açısından Türkiye’ye en yakın halklar arasında birinci sıraya olmasa da ilk üçe rahatlıkla yerleşecek bir topluluktur. Bu yakınlığı basitçe kan bağına ya da soy bağına dayandırmıyorum. Kan bağı, çoğumuzun doğduğu günden bu yana ailesinde başlamak üzere birçok kaynaktan öğrendiği üzre kimliği oluşturmada çok önemli bir faktör değildir hatta belki de en önemsiz faktörlerden birisidir.
İnsanın, hayatını anlamlandırmak için zihninde oluşturduğu kalıpların dışında bir şey söylendiğinde onları doğrudan reddetme eğiliminde olur. Sözgelimi yukarıda söylediğim Türkiye’de yaşayan birine garip gelebilir ancak Balkanlarda yaşayan bir Müslümana garip gelmez. Afrika’da kabile kimliğini esas alarak savaşan birisi içinse her ikisi de garip gelir, onu başka bir şeye ikna edemezsiniz. Demek ki her sosyal ortam kimliği kendi anlam dünyasına göre tanımlıyor. Önemli olan bu anlam dünyasının hayatta neyi öncelediği. Bizden olanı kayırmak gibi bir ilkel duyguyu mu yoksa daha faziletli bir şeyi mi.
Bu yazıda hakikati söyleme iddiasında değilim ancak neredeyse on yılı bulacak kimlik, etnisite, milliyetçilik literatürünü sürekli olarak okumuş ve bu literatürde derinlere inmeye gayret etmiş birisi olarak bu kavramlara ilişkin bilim kamuoyunun fikirlerini yansıtacağımı iddia ediyorum. Dolayısıyla burada soy bağının kimliği oluşturmada o kadar da etkili bir faktör olmadığını söylemem bilim dünyasındaki ortak bir kabule dayanır.
Bir diğer ortak kabul ise zihinsel bir inşa biçiminde oluşturulan kimliklerin daha güçlü kimlikler olduğudur. Buradaki güçten kastım değişmezlik ya da sabitlik değil hegemonik olma anlamında bir güçtür. Hegemonya, karşındakinin rızasını almak biçiminde onu yönetme şeklidir. Katyuşa’yı dinlediğinde bir Kazak’ın gözleri doluyorsa Rus hegemonyasının gücündendir; Hollywood filmlerini izleyen bir kimse Amerikan kültürüne ilgi duymaya başlıyorsa bu Amerikan hegemonyasının gücündendir; Tarihçi Tufan Gündüz’ün anlattığı anlamda Bosna’nın Visoko şehrinde kendisine yardım götürülen kadın kapıyı açtığında Türk müsünüz diye soruyorsa ya da rahmetli Teoman Duralı’nın anısında Malezya’daki yaşlı adama Türkiye’den geldiğini söylediğinde “Halife hazretleri nasıllar?” şeklinde bir soruyla karşılık veriyorsa bu da Türk hegemonyasının gücündendir.
Bu örneklerdeki insanlar, kısmen veya tamamen Rus, Amerikan ya da Türk’tür. Bu seviyedeki kimlikler insanlığa güzel bir şey vadettiği ölçüde mühimdir benim nezdimde. Ancak bir kimlik, Türklük dahil olmak üzere soya dayandırıldığı ölçüde etki alanı o soyun çevresi kadardır. O kimlik ilkel kabilevi duygularla biz olarak görülen insanları kapsar. Bizden olmayana dair bir misyonu yoktur. Osmanlılar iyiliği emredip kötülükten sakındırma motivasyonuyla 14. yüzyılın ortalarından beri, Moğollardan kaçan Türk Dervişleri ise daha öncesinde Balkan halklarını “iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın” ve buna karşı gelenlerle mücadele etmenin faziletine inandırmıştır. Bunun sonucunda Balkan halkları bugün dahi Türk hegemonyası altında olmaktan iftihar eder.
Ancak Türkiye’deki Türklerin böyle bir hegemonya altında bulunuyor olmalarından iftihar etmeleri bir yana böyle bir hegemonya altında bulunuyor olduklarından şüpheliyim. Balkanlarda bir Boşnak ben Türk değilim Boşnak’ım demiyorken, ikisinin farklı bir şey olduğunun farkına varabiliyorken Türkiye’de Türklüğün hegemonik boyutunun kimse farkına varmadan etnik düzeyde ele alarak ben Türk değilim, Çerkez’im; Türk değilim Laz’ım; Türk değilim Kürt’üm vs. diyebiliyor. Elbette ki Kürt olmanın Türk olmaya engel olmadığını bilenler de var. Ancak bunu yalnızca “iyiliği emredip kötülükten sakındırma”mıza karşı gelenlerle mücadele edilmesi gerektiğini bilenler yapar.
---
Pomaklar da aslında normal şartlar altında kimsenin mesele etmeyi aklına getirmeyeceği kadar Türk’tür. Bugün Batı Trakya’da milli dava yolunda önde yürüyen, bilimsel çalışmalar yürüten önemli isimlerin çoğu Pomak’tır, yani lafı uzatmadan söylemek gerekirse Türk’tür. Seçimlerde dava için irade gösterenlerin çok önemli bir kısmını da yine Pomak Türkleri oluşturur. Örneğin bir önceki genel seçimlerde birinci turdaki sonuçlardan tatmin olamayıp bir köy halkını azarlayan ve tehdit eden Dora Bakoyanni’ye en büyük cevap İskeçe’nin Mustafçova Belediyesi’ndeki Pomaklardan gelmiştir. Bölgedeki Pomaklar tarih boyunca böyle idi, ta ki etnik temelli asimilasyoncu politikalara maruz kalana kadar. Asimilasyoncu siyasete göre Pomaklar Büyük İskender’in döneminden kalan, Osmanlı’nın zorla Müslümanlaştırdığı Helenlerdir.
Gerçek şudur ki Pomaklar halk arasında Slavik bir dil konuşur; bu dil bütün Slav halkları içerisinde en çok Bulgarcaya yakındır. Bugün bir Pomak bilimsel bir toplantıya katılmayacaksa eğer Pomakça konuşarak bir Bulgarla rahatlıkla anlaşabilir. Dahası bugün Pomakların yerleşik olduğu bölgede tarih boyunca adını buraya sığdıramayacağımız çeşitlilikte halklar yaşamıştır. Hem Yunanların, hem Bulgarların, hem Sırpların hem de Türklerin iddialarını haklı çıkartacak delillere rastlamak mümkündür. Dahası kimsenin ortaya atmadığı, sözgelimi Pomaklar Çerkez’dir ya da Farisidir şeklinde bir iddiayı da ortaya atabiliriz. Ancak bilim böyle bir şey değildir. Bilimde ortaya bir yargı atılacaksa onun neden öyle olduğundan ziyade neden öyle olmadığının da delillendirilmesi gerekir. Dolayısıyla bu bakış açısıyla sunulan tüm deliller boşa düşer
Özellikle kimlikle ilgili teorilerde de benzer bir ortak kabul vardır. Bugün örneğin Fransızların isimlerini aldığı Franklar en çok Almanlarla akrabadır, ne var ki Fransa’da yaşayan bir Senegalli Almanya’daki bir Alman’dan daha çok Fransız’dır. Büyük milletlerin kimlikleri böyledir. Dolayısıyla Pomaklar bugün tüm siyasi müdahalelerin dışında tuttuğunuzda onların pusulası nereyi gösteriyorsa onlar o kimlikle tanımlanmalıdır.
Bir diğer husus da dil mevzusudur. Konuşulan Slavik dilden dolayı Pomaklara Slavik bir kimlik biçilmektedir. Ne var ki Pomakların yaşadığı köyde birisi tahsil gördüğünde artık insanlar onunla Türkçe konuşmaya başlar. Çünkü insanların zihninde Türklüğün hegemonik bir şey olduğu, bir üst kültür olduğu algısı mevcuttur.
Kısaca kimliği oluşturan temel unsur her bir kimliğin kendisine seçtiği öteki ve o ötekiyle kurduğu ilişkidir. Türkler bin yıldır “iyiliği emredip kötülükten sakındırma”maya karşı gelenleri öteki olarak bellemiştir. Bunun fazilet olduğunu bildikleri için de kurulan bu hegemonyayı herkes benimsemiştir.
---
Bugünün Türkiye’sinde Türkler bu hegemonyanın faziletini idrak etmekten aciz. Birçok İslamcı, liberal, solcu hatta milliyetçi Pomakları zihinlerindeki kalıplardan dolayı Türk olarak görmemeyi yeğler. İslamcılar Osmanlı’nın çoğulcu siyasetini zımmî statüdeki gayrimüslimlere karşı olduğunu unutup basitleştirerek en ufak farklılığa sahip unsura atfetmektedirler. Türkiye’nin anaakım milliyetçileri Türklüğü zaten kan seviyesine indirgediği için kandaş olarak varsaydıkları kişiler dışında kimseyi Türk olarak görmezler. Solcular zaten “iyiliği emredip kötülükten sakındırma”maya karşı gelene karşı mücadele etmenin solcu bir duruş olduğunu fark etmedikleri solculuğu kendi anlam dünyamıza göre değil batının yaşadığı sorunlara göre almışalardır ve bunun için hegemonik Türklüğe karşıdırlar.
Dolayısıyla bugün Türkiye’de Türk kimliği herkesin cephe aldığı, milliyetçilerin ise patolojik bir biçimde sarıldığı bir kimlik haline gelmiştir. Bir kimliğin öteki ile birlikte ve öteki ile kurulan ilişki ile birlikte kaim olduğunu söyledik. Türkiye asıl ötekisini 100 sene önce yendi. Ancak hegemonik kimliğine dair inancı 1699’dan beri zedelenmeye başladı. Cumhuriyet, bu kimliği Tanzimat gibi güçlü bir reforma rağmen tekrar tesis etmeyi vadediyordu. Bu vaadin 60’da beli kırıldı. 80’lerden sonra ise doğrudan bir başka hegemonyanın altına girilmesiyle Türklerin artık “iyiliği emredip kötülükten sakındırmak” gibi bir derdi kalmadı; girdiği yeni hegemonyayla mücadele etmek gibi bir derdi ise hiç kalmadı.