Kimliğin, inancın ve vakarın Batı Trakya’daki sessiz ama kararlı mücadelesi üzerine
İskeçe Müftüsü ve Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu Başkanı Mustafa Trampa ile özel söyleşi

Röportaj: Cengiz Ömer
Batı Trakya’da 100 yılı aşkın bir süredir ayakta kalma mücadelesi veren Müslüman Türk Azınlığı, hem inancını hem de kimliğini koruma noktasında benzersiz bir direniş ortaya koyuyor. Onların direnişi, bazen mahkeme salonlarında bir savunma dilekçesiyle; bazen de İskeçe ve Gümülcine sokaklarında yürüyen sessiz bir kalabalıkla görünür oluyor.
Türk ve Müslüman kimliğiyle var olmaya çalışan Batı Trakya Türk Azınlığı, şiddetten uzak, barışçıl ama kararlı bir mücadeleyle, hem Yunanistan’ın inkâr siyasetine hem de dünyanın duyarsızlığına karşı inançla ve vakar içinde direniyor.
Bu mücadelenin en ön saflarında yer alan isimlerden biri ise İskeçe Müftüsü ve Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu Başkanı Mustafa Trampa. Onunla bu kadim topraklarda, susturulmaya çalışılan bir halkın sesini, umutlarını ve direnişini konuştuk...
Sayın Trampa, bu röportaj davetimizi kabul ederek bizleri onurlandırdığınız için teşekkür ederiz.
Sizinle sadece şahsî yolculuğunuzu değil, aynı zamanda Batı Trakya Türk Azınlığının içinde bulunduğu şartları, bu coğrafyada kimlik ve inanç temelinde verilen mücadeleyi de konuşmak istiyoruz. Müsaadenizle ilk sorumuzla başlayalım:
S: Sayın Trampa, öncelikle sizi tanımayanlar için kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi şartlarda yetiştiniz?
C: Ben 1974 yılında İskeçe’ye bağlı Şahin köyünde doğdum. İlkokulu köyümde tamamladıktan sonra 1993 yılında Edirne İmam Hatip Orta ve Lisesinden’nden mezun oldum. Ardından Türkiye’ye giderek 1998 yılında Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans eğitimimi tamamladım. Daha sonrasında Üsküdar Üniversitesi, Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsünde “Batı Trakya’da Mevlid Geleneği“ adlı teziyle yüksek lisansını tamamladım. Şu an halen İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İslam Tasavvuf Felsefesinde Doktora çalışmalarımı sürdürmekteyim.
Tahsil hayatım boyunca hem dinî ilimler hem de toplumsal bilinç açısından kendimi geliştirme fırsatı buldum. Batı Trakya’da doğup büyümek, sadece eğitimle değil; aynı zamanda Türk ve Müslüman kimliğinizle birlikte ayakta durma sorumluluğu taşıyarak büyümek demektir. Bu bilinçle yetiştik.
S: Bir Batı Trakya Türkü ve Müslümanı olarak bu kimliğinizi nasıl tarif ediyorsunuz?
C: Batı Trakya Türkü olmak; hem tarihî hem de inanç temelli bir aidiyetin sorumluluğunu taşımaktır. Bizler Lozan Antlaşması başta olmak üzere uluslararası anlaşmalar ve hukuk ile teminat altına alınmış bir azınlık olarak Türk kimliğimizi, dilimizi, dinimizi ve kültürümüzü yaşatma gayreti içerisindeyiz. Müslüman olmak ise bu kimliğin temel taşıdır. Dinî değerlerimizi korumak, ibadetlerimizi özgürce yerine getirmek ve gelecek nesillere aktarmak bizim için varoluşsal bir meseledir.
S: Batı Trakya Türk Azınlığı bugün nasıl bir varlık mücadelesi veriyor? Bu mücadelenin temel başlıkları nelerdir?
C: Batı Trakya Türk Azınlığı, kimliği tanınmayan, eğitim ve din özgürlüğü sınırlanan, dernekleşme hakkı ihlal edilen bir toplumdur. En temel mücadelemiz, “Türk” kimliğimizin resmî düzeyde tanınmasıdır. Ayrıca Lozan Antlaşması ve diğer ikili anlaşmalar, AB müktesebatı, BM İnsan Hakları Beyannamesi gibi uluslararası hukuka uygun olarak müftülük makamlarımızın seçimle belirlenmesi, azınlık okullarının özerkliği, Türkçe eğitimin kalitesi ve gençlerimizin haklarına sahip çıkması da bu mücadelenin temel başlıklarındandır.
S: Yunan devletinin uyguladığı asimilasyon politikalarını siz nasıl gözlemliyorsunuz? En belirgin örnekleri nelerdir?
C: Asimilasyon politikaları uzun yıllardır farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Müftülük makamına Lozan ve Atina Antlaşmasını ve uluslararası hukuku yok sayarak keyfi olarak devlet tarafından atama yapılması, “Türk” ismini taşıyan derneklerin kapatılması, azınlık eğitiminin kısıtlanması ve özellikle cemaate atama yoluyla zorla dayatılan cami imamları ve müftü naipleri ile dini kurum ve hayatımızın devlet kontrolüne alınmaya çalışılması bunun örnekleridir. Bugün hâlâ “Türk” kelimesi dernek tabelalarında yasaklıysa, bu doğrudan bir kimlik inkârıdır.
S: Müftülük Kurumu ve Danışma Kurulu, bu mücadelede nasıl bir rol üstleniyor?
C: Müftülüklerimiz, sadece birer dinî makam değil, aynı zamanda toplumun tarihî hafızasını ve direncini temsil eden kurumlardır. İkili anlaşma ve uluslararası hukukun bize tanıdığı haklar kapsamındaki seçilmiş müftüler olarak, halkın dini iradesini yansıtıyor ve inanç özgürlüğünü koruyoruz. Danışma Kurulu ise Batı Trakya Türk Azınlığının müşterek meselelerinde ortak akıl oluşturmayı hedefleyen, sivil ve meşru bir temsil platformudur. Azınlığımızın sorunlarını barışçıl yollarla çözmeye çalışıyor, kurumlarımız arasında dayanışmayı sağlıyoruz.
S: İskeçe Müftüsü olarak, bölgedeki dinî hayatın günümüzdeki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
C: Batı Trakya’daki dinî hayat, her şeye rağmen canlıdır. Camilerimiz dolup taşmakta, gençlerimiz dinî kimliğine sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır. Elbette çeşitli kısıtlamalarla karşılaşıyoruz, ancak halkımızın inancına bağlılığı ve seçmiş olduğu Müftü ve imamlara desteğiyle din hizmetlerini ayakta tutuyor. Bu da bizi hem manen hem kurumsal olarak motive ediyor.
S: Din eğitimi, camiler, imamlar ve halkın dinî hayatı üzerinde ne gibi baskılarla karşılaşıyorsunuz?
C: Yunan devleti son yıllarda dinî alanı da denetim altına alma çabası içinde. Özellikle 3536/2007 sayılı yasa ile kendi kontrolünde bir “din görevlisi eğitimi” sistemi kurdu. Bu yasa çerçevesinde devlet, imamları birer kamu görevlisi olarak tanımlayarak, onları halktan ve müftülüklerden koparmayı hedeflemektedir. Devletin eğittiği ve atadığı din görevlileri, zamanla halkın ve müftülüklerin önerdiği, dinî geleneklere bağlı kişilerin yerine geçmeye başladı. Bu sistem, İmam Hatip mezunu olan veya Türkiye’de İlahiyat eğitimi almış nitelikli din görevlilerinin atanmasını fiilen engelledi. Bunun yerine, devletin kurduğu özel imam eğitimi programlarından mezun olanlara öncelik tanındı.
Seçilmiş Müftülükler ve Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu olarak bizler, din adamlarının cemaatin inancına, geleneğine ve tercihlerine göre belirlenmesi gerektiğini her fırsatta vurguladık. Ancak devletin bu iradeyi tanımaması, bizim açımızdan açık bir baskı mekanizmasıdır. Ayrıca uluslararası kurumlar da yayınladıkları raporlarda, Yunanistan’daki bu uygulamaların dinî özerkliği ihlal ettiğini belirtmektedir. Bizim dinî hayatımızda yaşadığımız bu baskılar, yalnızca cami imamlarının atanmasıyla sınırlı değildir; aynı zamanda halkın dinî özgürlüğünü, inancını yaşama hakkını da doğrudan tehdit etmektedir.
S: Türkiye ile olan tarihî, kültürel ve duygusal bağların Batı Trakya’daki varlık bilinci üzerindeki etkisi nedir?
C: Türkiye bizim için sadece bir devlet değil; aynı zamanda bir kalp bağının adıdır. Dilimiz, dinimiz, geleneklerimiz, tarihimiz hep Türkiye ile iç içe geçmiştir. Elbette bizler Yunanistan vatandaşlarıyız ve bu ülkeye saygılıyız. Ancak kimliğimizi şekillendiren tarihî bağlar, özellikle zor dönemlerde manevî bir güç kaynağı oluyor.
S: Türkiye'deki kamuoyuna bir mesajınız olsaydı, Batı Trakya Türkleri adına ne söylemek isterdiniz?
C: Batı Trakya’da bir avuç Müslüman Türk, tüm baskılara rağmen kimliğini yaşatmaya çalışıyor. Türk kamuoyunun bu mücadeleye duyarlılığı, bize yalnız olmadığımızı hatırlatıyor. Dualarınızla, desteğinizle bizimle olduğunuzu bilmek, direncimizi artırıyor. Lütfen Batı Trakya’daki kardeşlerinizi unutmayın.
S: Sayın Trampa, bu anlamlı ve samimi görüşme için çok teşekkür ederiz. Söyledikleriniz hem okuyucularımız hem de tüm Türk ve Müslüman topluluklar için çok kıymetli. Son olarak, Batı Trakya’daki Müslüman Türk gençliğine ve Türkiye’deki okuyucularımıza mesajınız nedir?
C: Bizlere derginiz vasıtasıyla Türk kamuoyuna ve okuyucularınıza ulaşma ve Batı Trakya’daki kardeşlerinin davasını anlatma fırsatı verdiğiniz için ben size teşekkür ediyorum ve gençlerimize şunu söylüyorum: Kimliğinize, dininize ve dilinize sahip çıkın. Batı Trakya’da her adımınız bir direnişin parçasıdır. Türkiye’deki kardeşlerimize de sesleniyorum: Biz burada sadece kendimiz için değil, tüm Türk ve Müslümanlar için dimdik duruyoruz. Bu mücadelenin sesi olun, duası olun.
Kapanış:
Batı Trakya’da Türk ve Müslüman kalmak, sadece bir etnik ya da dinî kimliği korumak değil; aynı zamanda bir hafızayı, bir dili, bir inancı ve bir duruşu yaşatmak demektir. Sayın Mustafa Trampa’nın sözleri, bu coğrafyada sessizce ama vakarla süren bir direnişin vicdanlı ve kararlı bir temsilidir.
Bu mücadele her zaman manşetlerde yer almaz, çoğu zaman görmezden gelinir. Ama azınlık halkı; gerek mahkeme salonlarında, gerek cami kürsülerinde, gerekse meydanlarda gerçekleştirdiği barışçıl yürüyüş ve eylemlerle kimliğini ve haklarını savunmaya devam eder. Bu, inançla, inatla ve umutla sürdürülen bir hakikat nöbetidir.
Batı Trakya Türk Azınlığı, görünmeyen baskılar ve duyulmayan çığlıklar arasında varlığını adalet, sabır ve imanla sürdürüyor. Onlar için var olmak bir tercihten öte, bir emaneti taşımaktır.
Biz de bu sesi duyurmayı, bu direnişi görünür kılmayı bir görev biliyoruz. Çünkü bu mücadele sadece Batı Trakya’nın değil, tüm Türk ve İslam coğrafyasının vicdan sınavıdır.
Not: Bu röportaj, ilk kez İnsicam dergisinin Ağustos 2025 sayısında yayımlanmıştır.