Tehlikeli zihniyet İskeçe’de gerilimi tırmandırıyor: Müftülük üzerinden yeni provokasyon mu?
Yunanistan'da Hristiyan faşist zihniyetin kontrolündeki Batı Trakya'da Türk Azınlığa yönelik sistematik baskılar ve dini iradeye saygısızlık devam ediyor.
Batı Trakya Türk Azınlığı'nın Lozan Antlaşması ve uluslararası hukuktan doğan dini özgürlüklerini hiçe sayan Yunanistan, Müslüman Türk toplumunun iradesini görmezden gelen yeni bir karar aldı. Zorla el koyarak atadığı memurlarla yönetmeye çalıştığı İskeçe Müftülüğü’nde Eğitim ve Din İşleri Bakanı Kiryakos Pierrakakis’in kararıyla yeni bir atama gerçekleştirdi. Bu kararla İskeçe Tayinli Müftü Naibi Necden Hemşeri’nin yerine, Gümülcine Tayinli Müftü Naibi Cihat Halil Bilal’in geçici olarak görevlendirildiği açıklandı.
Sistematik baskılar ve dini iradeye saygısızlık devam ediyor
Eğitim ve Din İşleri Bakanlığının 6 Aralık tarihli açıklamasına göre, Cihat Halil Bilal’in görevi 7 Aralık’ta başlayacak ve 8 Şubat 2025’te sona erecek. Resmi açıklamada, “İskeçe Müftülüğü’nde acil çalışma ihtiyaçlarının karşılanması” ifadesi yer alsa da Batı Trakya Türk Azınlığı, bu hamlenin bölgede yıllardır süren sistematik baskının bir parçası olduğunu düşünüyor. Azınlık temsilcileri, bu tür tayinlerin dini iradeyi yok sayarak bölgedeki huzuru baltalamayı amaçladığını savunuyor.
Azınlık tepkili: Kalancis, Cihat Halil ile İskeçe’de neyi amaçlıyor?
Süresiz tatile ayrılan Necden Hemşeri gibi onun yerine atanan Cihat Halil, Türk Azınlık tarafından tanınmıyor/istenmediği için daha önce İskeçe’de ciddi tepkilere neden olmuştu. 11 Ekim Cuma günü Çınar Camii’ne girmek isteyen Halil, cemaatin yoğun protestosuyla karşılaşmış ve bölgede huzursuzluk yaratmıştı. Şimdi aynı ismin İskeçe’ye atanması, “provokasyon” algısını güçlendiriyor.
Türk Azınlık, bu atamayı Yunan devletinin Batı Trakya’daki Müslüman Türk toplumuna yönelik kasıtlı bir provokasyonu olarak değerlendiriyor. Halk arasında, “Yunan devleti, Türk Azınlığın tayinli müftülere yönelik tepkilerini cezalandırmak mı istiyor?” sorusu sıkça dillendiriliyor.
Kalancis ve Türk Azınlık karşıtlığı
Türk Azınlık, bu gerilimin sorumlusu olarak uzun süredir İslam karşıtı ve faşist politikalarıyla eleştirilen Eğitim ve Din İşleri Genel Sekreteri Yorgos Kalancis’i işaret ediyor. Kalancis’in bölgede yıllardır süren eğitim ve dini özgürlüklere yönelik kısıtlamalarının, İskeçe’deki bu atama kararıyla yeni bir boyut kazandığı ifade ediliyor.
Azınlık kamuoyunda, “Kalancis, bölgede yangına körükle giderek neyi hedefliyor? Yunan devleti, Türk-Yunan dostluğuna zarar mı vermek istiyor?” soruları gündemdeki yerini koruyor.
Türk Azınlık: Haklarımızı savunmaya devam edeceğiz
Lozan Antlaşması ile güvence altına alınmış haklarını savunmaya kararlı olan Batı Trakya Türk Azınlığı, dini özgürlüklerini ve kimliklerini hiçe sayan bu tür uygulamalara karşı tepkisini sürdürüyor. Azınlık temsilcileri, “Bu tür kararlar, bölgede barış ve huzur yerine kaos yaratma amacını taşıyor. Yunanistan’ın bu adımlardan vazgeçmesi, dostluk ve uluslararası hukuka uyum açısından elzemdir” açıklamasında bulunuyor.
Bu tartışmalı atama, Lozan Antlaşması’na göre özel ve özerk olması gereken İskeçe Müftülüğü’nün bir devlet dairesine dönüştürülme çabasının bir devamı olarak görülüyor. Yunanistan’ın bu tutumu, Batı Trakya Türk Azınlığı’nın dini özgürlüklerini ve özerklik haklarını yok sayan politikalarının açık bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Uluslararası Hukuka aykırı müdahaleler
1991 yılından itibaren Batı Trakya Müslüman Türklerinin müftülerini seçme hakkını gasbeden Yunanistan, tayin yöntemiyle müftülük makamına müdahale ediyor. Bu durum, yalnızca dini özgürlüklere değil, aynı zamanda Türk-Yunan dostluğuna da ciddi zarar veriyor.
Türk Azınlık, İskeçe Müftülüğü’ndeki bu yeni skandalın, Yunanistan’ın azınlık politikalarını yeniden sorgulattığını ve bölgede gerilimi artıracak yeni bir krizin kapısını araladığını ifade ediyor.
Bu gelişmeler, Yunanistan’ın Batı Trakya’daki azınlık politikalarının ne denli sorunlu bir hale geldiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Azınlık haklarına saygının yalnızca bölge barışı için değil, uluslararası hukukun gerekliliklerine uygun hareket edilmesi açısından da hayati bir öneme sahip olduğu unutulmamalıdır.