Haklarımızı alana kadar bizim için her yer Batı Trakya, her gün 29 Ocak
Batı Trakya’da Türk yoktur diyenlere en büyük cevap, 29 Ocaklar ve onun hiç ölmeyecek mücadele ruhudur.

Anadolu’da 1919’da başlayarak 1922’de biten Türk-Yunan Savaşı Türklerin zaferiyle sonuçlanınca, Türkiye ve Yunanistan 24 Temmuz 1923’te İsviçre’nin Lozan kentinde Lozan Barış Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşmayla Türkiye ve Yunanistan’ın sınırları çizildi ve Batı Trakya Türkleri Yunanistan’da özel Azınlık Hakları ile bırakıldı. Aynı şekilde Türkiye’de İstanbul ve Çanakkale’ye bağlı Bozcaada ile Gökçeada’da Rum Azınlığı bırakıldı. Bu iki azınlık, birbirinin karşılığı olarak eşit haklara sahip oldu. Rum Azınlığın garantörü Yunanistan, Türk Azınlığın garantörü ise Türkiye oldu.
29 OCAKLARA NASIL GİDİLDİ?
Yunanistan, Batı Trakya Türk Azınlığını ilk günden beri asimile etmenin yollarını aradı, fırsat kolladı. 29 Ocak olaylarında Bağımsız Milletvekili olarak Azınlığa öncülük eden rahmetli İsmail Rodoplu’ya göre, Yunanistan idarecileri, hatta bütün siyâsi partilerin ittifak halinde uyguladığı bir devlet politikası vardı:
1. Ova kesiminde yaşayan Türkler'in mallarını (ne yolla olursa olsun) ellerinden alarak göçe mecbur etmek.
2. Balkan Kolu'nda (yasak bölgede) yaşayan soydaşlarımızı uzun vâdede asimile etmek.
3. Yunanistan'ın içinden ve dışından Batı Trakya'ya Türk ve Müslüman olmayan nüfus yerleştirerek nüfus dengesini Yunan asıllılar lehine bozmak ve bu nüfusu buralarda tutabilmek amacıyla her türlü maddî desteği sağlamak.
Rodoplu'ya göre, bu üç ana amaca ulaşabilmek için her türlü baskı mubah görülmüştür. Kim hangi baskı ve ayırımdan bahsederse etsin bu üç maddelik yok etme plânının içinde yer almaktadır.
1967’de askeri darbe oldu ve cunta dönemi başladı. Batı Trakya Türkleri, antlaşmalar gereği var olan haklarının çoğunu 1967 Albaylar Cuntası'na kadar kullanabildi, ancak bu haklar cuntadan sonra azınlığın elinden alınmaya başlandı.
Devlet, Türk Azınlığın kendi seçtiği insanlarla yönettiği vakıflara el koydu. Buraya uygun gördüğü kişileri atadı ve kontrolü ele geçirdi. O tarihten itibaren vakıf malları ortadan kaldırılmaya başlandı. Bu durum halen devam ediyor. Devlet, Türk okulları da Azınlığın elinden aldı. Adı Türk Okulu olan okulların ismi Müslüman Okulu olarak değiştirildi ve azınlık eğitiminin içi boşaltıldı. İlkokul kitaplarında ve okul tabelalarındaki Türk sözcüğü kaldırıldı, Türkçe verilmesi gereken dersler, Yunanca verilmeye başlandı.
Cunta 1974’te sona erdi, ama haksızlıklar devam etti. Ülkeye demokrasi geldi, ama Batı Trakya’daki Türklere gelmedi. İlerleyen yıllarda Türk azınlık mensuplarının vatandaşlık hakları da ellerinden alındı. Azınlığın yönetmesi gereken Türk okullarda devlet istediğini yapmaya devam etti. Türkçe ders sayısı iyice azaltıldı, program değiştirildi. Yetmedi, Türk Azınlık insanının gayrimenkul edinmesine, ehliyet almasına izin verilmedi. Akan çatılarının onarılmasına dahi izin verilmedi. Ova köylerindeki Türk Azınlık insanının arazileri ellerinden alınmak istendi. Batı Trakya, Türkler için yaşanılmaz bir duruma getirildi. Bu nedenle çok sayıda Azınlık insanı Türkiye ve Avrupa’ya göç etmek zorunda bırakıldı. 60 bine yakın Azınlık mensubunun keyfi olarak vatandaşlıktan atılarak Yunanistan’dan kovulması da bu süreçte hızla işletildi. 1983 yılında ise bunların üzerine 1927 yılında kurulmuş İskeçe Türk Birliği, 1928’de kurulmuş Gümülcine Türk Gençler Birliği ve 1936’da kurulmuş Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği, tabelalarındaki Türk sözcüğü “iki toplum arasında düşmanlık çağrıştırıyor” gerekçesiyle kapatıldı.
1987’nin Kasım ayında ise Atina'da Yüksek Mahkeme (Arios Pagos), daha önce Yunan Mahkemelerinin kararıyla kurulmuş Türk dernekleri hakkındaki kapatma kararını onadı. Mahkemenin kararında “Batı Trakya'da Türk yoktur” ifadesine yer verilmesi, Batı Trakya Türkleri için bardağı taşıran son damla oldu.
29 OCAK 1988’DE NE OLDU?
İsminde "Türk" kelimesi bulunan derneklerin “Yunanistan'da Türk bulunmadığı” gerekçesiyle mahkeme kararıyla kapatılması üzerine, Türk Azınlık, Gümülcine'de 29 Ocak 1988'de toplu direniş olarak adlandırılan ve her yıl Milli Direniş’in sembolü olarak anılan büyük bir yürüyüş gerçekleştirdi. Azınlık, yapılan haksızlıklara dikkat çekmek ve sesini dünyaya duyurmak için bugünü seçmişti.
29 Ocak 1988'in seçilmesinin elbette bir önemi ve manası vardı. Çünkü 29 Ocak 1988 Cuma günü Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu ile Türkiye Başbakanı Turgut Özal Davos'ta ikili görüşmelerde bulunacaklardı. Bizi buralarda azınlık olarak bırakan ve bizi millî, dinî ve ekonomik bakımdan insanca yaşatacaklarına söz veren iki ülke başbakanları 40 yıl aradan sonra bir araya geleceklerdi. Bu nedenle Yürütme Komitesi Gümülcine Türk Gençler Birliği'nde yaptığı toplantıda 29 Ocak 1988 gününü kararlaştırdı. 28 Ocak Perşembe akşamı bütün azınlık ileri gelenleri Yüksek Tahsilliler Derneği'nde oy birliğiyle Bağımsız Türk Azınlık Milletvekili İsmail Rodoplu’yu yürüyüşe başkanlık etmek için görevlendirildi.
Rodoplu başkan seçildikten sonra avukatıyla Polis Müdürüne gitti. Müdür, ne pahasına olursa olsun bu yürüyüşün ertelenmesini istedi. Rodoplu Polisin bu isteğini Türk Azınlığın ileri gelenleriyle görüştü. Oybirliğiyle yürüyüşün yapılacağı kararı alındı ve Polise gidip bunu bildirdi. Polis, Rodoplu’ya "sayın başkan, edindiğimiz bilgilere göre 30-35 bin kişi Gümülcine'ye inecekmiş, biz bunları nasıl idare edeceğiz? Bir olay olursa, kan dökülürse sen sorumlu olacaksın, sorumluluğunu idrâk ediyor musun? Gidin her tarafa duyurun ertelendi deyin" diyerek tehditlerde bulundu.
Rodoplu ise: "Sayın âmirim, sular denize doğru akıyor, tersine döndürmemize imkân yok. İşi buraya kadar getirenler düşünsün. Biz zaten iki başbakanın sorunlarımızı duyması için bu yürüyüşü yapıyoruz" dedi. Rodoplu merkezden ayrılırken Polis müdürü, 29 Ocak 1988 yürüyüşünü yasaklayan kararı yazılı olarak kendisine verdi. Polisin yürüyüşü yasaklayan kararı görüşüldükten sonra Türk Azınlık, "geriye dönüş yok" diyerek ertesi gün Gümülcine’deki Eski Cami önünde buluşmak üzere anlaştı.
Polis güçleri, gece yarısından itibaren bütün köy ve şehrin giriş çıkışlarını tutmuş ve yürüyüşün ertelendiğini söyleyerek insanların gitmesini engelliyordu. Rodoplu ve arkadaşları, telefonla arayanlara, yürüyüşün gerçekleşeceğini, yürüyüşün ertelendiği haberlere kimsenin inanmamasını söylüyordu.
29 Ocak Cuma saatine yakın, Türk Azınlık insanı polis barikatlarını yararak, dağları geçerek Gümülcine’deki Eski Cami önünde ve Türk Gençler Birliği avlusunda toplanmaya başladı. Yediden yetmişe, kadınlı erkekli, ihtiyar genç on binlerce Türk insanı bu hak arama mücadelesine katılmak amacıyla Gümülcine sokaklarını doldurdular. Polis güçleri tarafından engellenmek istenen Türkler dövülerek yaralandı ve hastaneye kaldırıldı, bazıları tutuklanarak, dövülerek emniyete götürüldü.
Yürüyüş, akşama doğru Doktor Ayşe Galip'in muayenehanesinin balkonundaki konuşmalarıyla sona erdi. Konuşmacılar meydanda toplanan Türklerin, tutuklu bulunan soydaşlarının salınması şartıyla dağılacağını emniyet müdürüne söyledi. Bu şart yerine getirildi ve tutuklananlar serbest bırakıldı. Bunun üzerine toplanan binlerce Türk olaysız dağıldı. Kalabalık dağılırken bile polisler kadın erkek demeden insanları coplamaya devam ediyordu. Türklere karşı vurucu güç olarak toplanan faşist guruplar ise "S… Türkler” diye sövüyor ve bağırıyorlardı. Ne gariptir ki, Azınlığın Türk olmadığını söyleyenler aynı Azınlığa çirkin sözlerle saldırırken bile “TÜRKLER” diye bağırıyordu.
BU YÜRÜYÜŞLE TÜRK AZINLIK HEDEFİNE ULAŞTI
1. Azınlık bu yürüyüşle kendisini inkar edenlere Türklüğünü tescil ettirmiş oldu. Türklüğümüzü inkar edenler her ne kadar “Türk değilsiniz” deseler de aslında bizim Türk olduğumuzu kendileri de biliyor ve itiraf ediyordu.
2. Bu sayede, başta iki ülke başbakanına Batı Trakya'da Türk Azınlığına yapılan haksız bir uygulama olduğunu, dolayısıyla hem Türkiye hem de Yunanistan kamuoyuna ortada bir sorunun var olduğunu duyurdu.
29 OCAK 1989: DEVLET İSTEMEDEN OLAY OLMAZ
Batı Trakya Türk Azınlığı tarihine damgasını vuran bu olayları anmak ve bu vesile ile birlik-beraberlik duygularını tazelemek amacıyla 29 Ocak 1989'da Gümülcine Eski Cami'de azınlık çapında bir mevlit düzenlendi. Binlerce azınlık ferdi bu mevlide katıldı ve hiçbir olay olmadan seneye aynı vakitte buluşmak üzere diyerek dağıldı. Buradan anlaşılan şudur ki, devletin idarecilerinin kışkırttığı fanatik yunanların müdahalesi olmadıkça Türk Azınlık insanı hiçbir zaman huzursuzluk yaratmıyor.
29 OCAK 1990 OLAYLARI
Yine Batı Trakya Müslüman-Türk Azınlığı 29 Ocak 1990 gününü birlik ve beraberlik içinde, bir yıl önce olduğu gibi Gümülcine Eski Cami'de bir mevlid-i şerifle kutlayacaktı. Ama ne yazık ki kutlamalarına katılmak amacıyla Batı Trakya’nın her yerinden Gümülcine'ye inen ve Eski Cami ile Türk Gençler Birliği etrafında toplanan Türkler saldırıya uğradı. Türk düşmanı fanatik Yunan gruplar tarafından Gümülcine ve İskeçe'de Türklere karşı toplu saldırılar düzenlendi. Yunan polisinin müsamahası nedeniyle iki gün süren saldırılarda, Türklere ait 500'ün üzerinde dükkân ve iş yeri tahrip edilerek yağmalandı, aralarında merhum İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ile dönemin bağımsız milletvekili Ahmet Faikoğlu'nun da bulunduğu çok sayıda Türk darbedildi ve ağır yaralandı.
Gümülcine ve Maronya Metropoliti Damaskinos Yunan radyolarından konuşmalar yaparak fanatik yunanları kışkırtıyor ve "aferin palikaryalarım, gösterdiğiniz bu kahramanlıklarla tarihe altın harflerle yazılacaksınız" sözleriyle Yunanları kışkırtıyordu.
Sonuçta yüzlerce Batı Trakya Türkü dövüldü, 500 civarında Türk dükkanı ve işyeri kırıldı ve yağmalandı. O günün hesabıyla 150 milyon civarında maddi zarar verildi. Çağımıza, demokrasiye, insan haklarına yakışmayacak çirkin olaylardı bu yapılanlar.
YÜRÜYÜŞLERİN TÜRK AZINLIK AÇISINDAN KAZANIMLARI
Avrupa Helsinki Watch İnsan Hakları İzleme Komitesi adına Prof. E. Sisby iki gün sonra Gümülcine'ye gelerek kırılan yağmalanan mağazaları dolaştı. Türk mahallelerini dolaşarak, insanların kendi ağzından yapılanları dinledi ve Batı Trakya Türklerinin karşılaştığı sorunlar hakkında uzun bir rapor yayınladı. Bundan birkaç gün sonra, Amerika’dan Dünya İnsan Hakları İzleme Komitesi temsilcisi Withman Gümülcine'ye gelerek Türk Azınlığının sorunlarını yakından öğrenerek bir raporla dünyaya duyurdu.
Devlet her iki olaydan da sorumludur. İstemeseydi bu vahşet yaşanmazdı. Verilen zararlar için özür dilemedi, azınlığın zararlarını tazmin etmedi. Zaten Türk Azınlık da hiçbir zaman tazminat istemedi ve şikâyetçi olmadı. Bu da Türk Azınlığın ne kadar şerefli ve fedakâr olduğunun göstergesidir.
29 OCAKLAR, BATI TRAKYA’DA TÜRK YOKTUR DİYENLERE EN BÜYÜK CEVAPTIR
Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı, zulme karşı sergilediği milli tavırla 29 Ocakları tarihe altın harflerle nakşetti. Protesto eylemlerinde yaşanan saldırılarda Türk Azınlık omuz omuza geldi. Birlik beraberliği en güzel şekilde ortaya koydu ve kendisini yok sayanlara dur dedi. 29 Ocaklar Batı Trakya Türklerinin milli direnişini simgeleyen gurur duyduğu günler oldu. Bu sebeple diyoruz ki, Batı Trakya Türklerinin inkâr edilen ve asimilasyon politikalarıyla yok edilmek istenen Türk kimliğinin varlığının en büyük delili 29 Ocaklar’dır. Batı Trakya’da Türk yoktur, diyenlere en büyük cevap, 29 Ocaklar ve onun hiç ölmeyecek mücadele ruhudur. Türk düşmanları bu yüzden bu ruhu zayıflatmak ve 29 Ocak destanımızı itibarsızlaştırarak unutturmak istiyor. Ama biz buna izin vermeyeceğiz inşallah.
TÜRK KİMLİĞİ BEDEL ÖDENEREK SAVUNULMAKTADIR
Batı Trakya Türk Azınlığı, 3. sınıf vatandaş muamelesi gördüğü ve hatta varlığının delili olan kimliğinin yok sayıldığı ırkçı ve ayrımcı uygulamalara hiçbir zaman boyun eğmedi. Bunun en büyük örneği, 29 Ocaklardır.
Batı Trakya Türkleri, kimliklerini ortadan kaldırmaya yönelik zulümlere karşı dur demek için 29 Ocak 1988 ve 1990’da yürüyüşleriyle toplu direniş sergilemiş ve büyük bedeller ödemiştir. Halen de ödemeye devam etmektedir. Zalim yönetim 29 Ocakların ruhunu zayıflatmak ve bu tür eylemleri engellemek için bir baskı ve yıldırma politikası yürütmektedir. Bunu da Türk kimliğini savunan Türk Azınlık temsilcilerini açıktan veya dolaylı olarak tehdit ederek yapmaktadır. Özellikle seçilmiş müftüler ve gazeteciler mahkemelerde hapis ve para cezalarıyla cezalandırılmaktadır. Bu şekilde bütün Azınlığa gözdağı verilmek istenmektedir. İhlal edilen haklar ve uygulanan ayrımcılık politikasına karşı ne zaman yürüyüş yapılmak istense, bu yürüyüşleri engellemek için Türk düşmanları hemen devreye girerek Türk Azınlığı “milli tehdit” ilan ederek hedef gösterilmektedir. Bu yolla masumane bir hak arama mücadelesi ülkeye düşmanlık gibi gösterilerek Türk Azınlığın mücadele azmi kırılmak istenmektedir.
Türk Azınlık haklarının elde edilmesi noktasında mücadele azmi çok önemlidir. Bunun için 29 Ocak ruhu Batı Trakya Türkleri için çok önemlidir ve gelecek nesillere daha güçlü bir şekilde aktarılmalıdır. 29 Ocakların, mücadele ruhu bakımından Batı Trakya Türklerinin varoluş mücadelesinin sembolü olduğu unutulmamalıdır. Kendi tarihini bilmeyenler, başkalarının onlar için yazdığı tarihi kabullenmek zorunda kalırlar. Ve geleceklerini de başkalarının belirlemesini kabullenmek zorunda kalırlar. İşte bu nedenle kendi tarihimizi ve özellikle 29 Ocakları bilmemiz çok önemlidir.
İNKÂR POLİTİKALARI DEVAM EDİYOR
Yaşanan olaylardan tam 35 yıl geçmesine rağmen, Yunanistan idaresi Azınlığın Türklüğünü inkâr etmeye ve haklarını ihlal etmeye devam ediyor. Vatandaşlık haklarında kısmî ve göstermelik adımların dışında bir ilerleme olmadı ve öyle görünüyor ki yakın tarihte olmayacak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İskeçe Türk Birliğini kapatan Yunanistan’ı haksız bularak cezalandırdı. Daha önce de seçilmiş müftüleri dava ettiği için cezalandırılmıştı. Ancak uyarılara rağmen bildiğini okumaya devam ediyor. Bugün Yunanistan’da artık “Türk Azınlık” demek bir yana, Türk Azınlık haklarının hatırlatılması ve yapılan haksızlıklardan bahsedilmesi bile suç sayılıyor.
29 OCAKLAR DEVAM EDİYOR
Anlaşılan, Türk Azınlık Haklarının kazanılması için yapılacak daha çok iş var. Yani 29 Ocaklar devam ediyor. 1988’deki kıvılcım ile yakılan meşale sönmedi. Türk Azınlık karşıtı mekanizmanın tetikçileri her zaman olduğu gibi bu meşaleyi söndürmek için farklı iddialarla (Türk olmadıklarını ortaya atarak) Türk Azınlık gençlerinin aklını karıştırmaya çalışıyor. Ancak Azınlık toplumu bunları ve niyetlerini bildiği için aldırmıyor ve yoluna devam ediyor. Bu konuda dirençlidir ve gerektiğinde sokağa çıkıp eylem gerçekleştirebildiğini sıkça ortaya koyuyor.
ZAHMETSİZ RAHMET OLMAZ
Kolay değil tabi bunlara katlanmak. Ancak Türk Azınlık biliyor ki, bu yol çetin ve zahmetli bir yoldur. İnsani hakların elde edilmesi için yapılan mücadeleler tarih boyunca hep zahmetli olmuştur. Bu konuda en büyük zahmeti, tarihin gelmiş geçmiş en büyük insanı, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) çekmiştir. Onun zalim diktatörlükler karşısında farklı din ve kökenden insanlarla birlikte insanca yaşaması için verdiği mücadele çok çetin, zahmetli ve eşsizdir. Onun yolundan gidenler de daha sonra haklı mücadelesini örnek almış ve her zaman galip gelmiştir. Çanakkale’de bu ruhla insanlık düşmanlarına karşı eşsiz zaferler kazanılmıştır. Batı Trakya Türkleri de bunların torunları olarak aynı mücadele azmiyle davasına sadık bir şekilde devam ediyor. Bu hak mücadelesinin zaferle taçlanacağından şüphe yoktur.
İNSANLARA KİMLİK DAYATMAK ZULÜMDÜR
Hiç kimse Batı Trakya Türklerine, “Siz Yunanistan’da yaşıyorsunuz, Yunan vatandaşısınız, öyleyse Türk kimliği, Türklük mücadelesi de neyin nesi? Türk olmak isteyen Türkiye’ye gitsin” diyemez. Çünkü bu onların en doğal hakkıdır. Uluslararası hukuk bunu teminat altına almıştır. Devlet, Türklüğümüzü inkar edemez, baskı yaparak Yunan olduğumuzu söyleyemez. Bu konuda Azınlık ne diyorsa odur. Batı Trakya Türklerine başka kimlikler yakıştırmak, onlara “Yunan/Pomak Müslümanları” demek yanlıştır.
BATI TRAKYA’DA TÜRK YOKMUŞ!
Türk düşmanlarının amacı, Türk Azınlığı susturmak, Türk Azınlık hakları mücadelesini engellemektir. Çünkü onlara göre Batı Trakya’da Türk yokmuş. Onlara göre Lozan Antlaşması’nda Türk ifadesi geçmiyormuş. Peki, Lozan’da “Yunan” ifadesi geçiyor mu? Hayır. Öyleyse bu mantığa göre Türkiye’de Yunan Azınlık da yok. Çünkü Lozan Antlaşması’nda Türkiye’deki azınlıklar için gayrimüslim, Batı Trakya’daki Azınlık içinse Müslüman ifadesi kullanılmaktadır. Lozan’da Müslüman Azınlık ifadesi geçiyor, öyleyse Türk değilsiniz, diyenlere Türk Azınlığın cevabı şudur: Lozan’da Müslüman olduğumuz yazmasaydı, biz Müslüman olamayacak mıydık? Müslümanlığımızı da mı inkar edecektiniz? Bunun için sizden izin mi alacaktık? Tabii ki hayır! Öyleyse Türk kimliğimiz için de kimseden izin alacak değiliz. Uluslararası hukuka göre, insanların ne olduğuna sadece ve sadece insanlar karar verebilir. Onlar nasıl olmak istiyorlarsa öyledirler ve devletler de buna sadece saygı duymak zorundadır.
TÜRK’ÜZ VE NE PAHASINA OLURSA OLSUN BÖYLE KALACAĞIZ
Batı Trakya Türkleri olarak en basit ifadeyle, canımız istediği için Türk’üz. Türk’üz ve ne pahasına olursa olsun böyle kalmaya devam edeceğiz. Bizim binlerce yıllık geçmişimiz, büyük bir tarihimiz var. Kahraman bir ecdadın torunlarıyız ve bize de ancak hakkımız, haysiyet ve şerefimiz olan kimliğimizi kahramanca yaşatmak yakışır. Evet, Yunanistan vatandaşıyız ve bu vatan için de gerekirse canımızı veririz. 1. ve 2. Dünya Savaşlarında vermişiz. Ama inancımızı, Türklüğümüzü ve Azınlık haklarımızı asla çiğnetmeyiz.
IRKÇILIĞIN EN BÜYÜK DÜŞMANIYIZ
Kimlik, Türklük deyince birileri bunu ırkçılık ve faşizmle karıştırıyor. Bizim ırkçı düşüncelerle, üstünlük taslamakla ilgimiz yoktur. Irkçılık, Batı ürünü şeytan işidir. Biz ise bizleri ve kendileri dışındaki insanları düşman olarak gören ve yok etmek isteyenlerin en büyük düşmanıyız. Türk olduğumuzu haykırıyoruz, çünkü Türklüğümüzü inkâr ediyorlar. Bizlere Yunanistan’da niye Türklük vurgusu yapıyorsunuz diyenler, önce Türk düşmanlarına Türk Azınlığın Türklüğünü neden inkâr ettiklerini sorsunlar. Lozan Antlaşmasının tanıdığı hakları neden elinden aldığını sorsunlar. Yanlış yapan devlettir. Hakkını ve kimliğini savunan Türk Azınlık değil.
BİZİM İÇİN HEY YER BATI TRAKYA, HER GÜN 29 OCAK
Türk, Allah’tan başkasından korkmaz. Haksızlık karşısında susmaz. Her türlü zalimlerle mücadeleyi göze alacak cesarete sahiptir. Hem kendi hem başkalarının hakkı ve şerefi için gereğini yapmaya her an hazırdır. Tereddüt etmez. Yürüyelim dendiği zaman acaba kim ne der, başımıza ne gelir diye söylenmez, bahane üretmez, bedeli neyse göze alır ve sokağa iner. 29 Ocaklarda sokağa inen Batı Trakya Türklerinin yaptığı gibi. 29 Ocaklar böyle destanlaştı.
Bu destanları sokağa inerek “Türk’üz” diye haykıranlar ve bunun için taş, sopa ve bıçaklarla saldırıya uğrayanlar yazdı. Biz, onların destanını yazarak, anlatarak ve yaşatarak kimliğimizi savunmaya çalışıyoruz. Bu destan, tarihi bir gerçek ve başlı başına Müslüman Türk Azınlık varlığının bir delilidir.
Batı Trakya’da Müslümanlığımıza, Türklüğümüze ve haklarımıza yönelik zulüm devam ediyor. Öyleye bizler de dinsiz ve kimliksiz; şerefsiz ve haysiyetsiz yaşamak istemiyorsak, haklarımız için destanlar yazan milletin evlatları olarak onların yolundan gideceğiz.
Sloganımız da şu olacak: Haklarımızı alana kadar, bizim için her yer Batı Trakya, her gün 29 Ocak…